← Back Published on

Yolculuğun Hakkını Vermek

“Hayatı dolu dolu yaşamak” üzerine düşünüyorum bugünlerde. Ben hayatımı dolu dolu yaşadığımı düşünmüyorum. Geçmişte de yaşamadım, şu anda da yaşamıyorum. Elbette dolu dolu yaşamak görecelidir. Kimisine göre deli gibi okumak, kimisine göre gezmek, kimisine göre tanışabildiğin kadar insanla tanışmak, kimisine göre ömrünü yalnızca tek noktaya adayıp sadece ona odaklanmak. Liste uzayıp gidebilir. Bana göre dolu dolu yaşamak hayat yolculuğunun hakkını vermek demek. Yukarıda sıraladığım tüm eylemleri gerçekleştirebilmek demek. İnsanların hayatına fırtınalı iklim değil güneşli iklim götürebilmek demek. Kendi hayatına dokunduğun kadar başka insanların hayatına da dokunabilmek demek. Başka canlıların da.

Neden mi bu yazıyı şu an kaleme alıyorum? Dün Prof. Dr. Acar Baltaş’ın seminerine katılma şansı buldum. Kendisi klinik nörofizyoloji alanında uzmanlaşmış bir psikolog. İşimi gücümü bırakıp sadece onun anlattıklarına odaklanmamın sebebi ise insanın hayat yolculuğuna değinmesiydi. Aslında bize “nasıl insanca yaşanır” ve “sağlıklı bir hayat nasıl sürülür” sorularının cevabını aktarmaya çalıştı. Hani deriz ya, “bir kitap okudum hayatım değişti”. Ya da bir film için söyleriz bunu. İşte bu seminer, hayatınızı değiştirecek türden bir seminerdi. Böyle söyleyince, Baltaş daha önce hiç duyulmamış bilgiler verdi sanılmasın. Aslında çoğumuzun bildiği ancak hayatında uygulamadığı noktalara parmak bastı. Kıyasın, geçmişe özlemin, kendini çok önemsemenin insanı temelde mutsuz yapan eylemler olduğunu açıkladı. Ben genel olarak memnuniyetsiz, bulunduğu durumdan, coğrafyadan, dönemden yakınan biriyim mesela. Hatta böyle bir dönemde yaşadığım için kendimi çok şanssız hissederim. Geçmişe çok sık hasret duyarım. Bazen bu geçmiş yaşadığım anılar olur, bazense ülkemin hiç görmediğim zamanları. Ancak Baltaş, dünyanın en iyi döneminde yaşadığımızı savunuyor. Yani sen, hayatının en iyi dönemindesin. Şu andan daha iyi bir zaman yok. %100 katılmıyorum hala bu cümleye, fakat özümseyip anlamaya çalışıyorum.

Seminerin başında Baltaş bizlere “sizce dünya kötüye mi gidiyor yoksa iyiye mi?” diye sordu. Elbette birçoğumuz kötüye gittiğini savunduk. Yalnızca 3-5 kişi iyiye gittiğini dile getirdi. Aslında bu soru, seminerin iletmek istediği ana fikri güzel özetliyordu: Olumlu tutum. Dünyanın iyiye gittiği, kötüye gittiği yanları da var. Seminer öncesi sadece kötüye gittiğini düşünen ben, şu an bu şekilde cevaplıyorum bu soruyu. Önemli olan nokta, bakış açınızı ne yöne doğru çevirmek istediğiniz ile alakalı. Olumsuz tarafa da odaklanabilirsiniz, olumlu tarafa da. Seçim bizim elimizde. Sonra geçmişe gidiyorum. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmadan önce her şey iyiye mi gidiyordu? Hayır! Gitmediği için kurdu bu cumhuriyeti. Fakat Atatürk’ü içinde bulunduğu durumdan kurtaran ise olumlu tutumuydu. İçinde taşıdığı bu tutum, onu bugün içinde yaşadığımız toprakları yaratmaya itti. Okudu, öğrendi, gözlemledi, çalıştı, sabırla çalıştı, bitmek bilmeyen disiplinle ilerledi, savaştı, çözümler üretti. Bugün sonucu hepimiz görüyoruz, içinde yaşıyoruz. İçindeki bu olumlu tutumu da şu sözüyle özetlemiş Atatürk: “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır”.

Baltaş seminer sonuna doğru bizden kendi hayatımızı ne kadar talihli olduğumuz açısından puanlamamızı istedi. Karamsar bir kitle olan bizler, bu puanlamalara oldukça yüksek rakamlar verdik. Şaşırtıcı mıydı? Pek de değil. Çünkü aslında çok da şaşırılacak bir durum yoktu. Birçoğumuzun ailesi hayattaydı, sağlıklıydık, eğitim hayatımızı memnun tamamladık ve bir işimiz vardı. Çocukları olanların çocukları sağ idi. Karamsar olmaya pek de hakkımız yoktu aslında. Evladımızı şehit vermedik, bedenimizde kanser hücresi taşımadık, kızımız cinayete kurban gitmedi, tedavisi olmayan veya tedavi masrafları karşılayamayacağımız kadar yüksek olan amansız bir hastalığa kapılmadık, bizi desteklemeyen ve arkamızda durmayan bir ailemiz yoktu, sokakta kalmadık. Fakat tüm bunları yaşayan, yaşamış olan milyonlarca insan barınıyor dünyada. Şimdi soruyorum, onların mı karamsar olmaya hakkı var yoksa bizim mi? Dünyada, üzerinde yaşadığımız toplumda iyi şeyler olmuyor evet. Bu saydıklarım bir gün bizim de başımıza gelebilir. Ancak değiştirebileceğimiz ne varsa, elimizden geleni de yapmamız gerekir. Sırf halimiz vaktimiz yerinde diye “bana dokunmayan bin yaşasın” felsefesi arkasına sığınmak doğru değil. Umut hep var olmalı. Umut yoksa, biz de yokuz. Ne demişler bir şarkıda, “kaybetmek bir ihtimal, vazgeçmek ölüm”.

Henüz ölmedik. Yolculuğunun hakkını vermek gerek.