
İstanbul'a Aşk Mektubum
Zaman makinesinde yolculuk yapma şansım olsa belki de tek gideceğim durak kuşkusuz cumhuriyetin kurulduğu dönemki İstanbul olurdu. O eski Beyoğlu’nu görmek, Süreyya Plajı’nda denize girmek isterdim. Henüz Boğaz Köprüsü yapılmamış olurdu. Sirkeci’den trene biner Paris’e giderdim. Aydın çevrenin uğradığı pastaneleri, meyhaneleri ziyaret ederdim. Bir eşya olarak tanımlamakta dahi güçlük çektiğim televizyonu bilmiyor olurdum. Onun yerine tiyatro bileti almak için kuyruğa girerdim sabahın köründe. İstanbul henüz çirkin ve estetik mimariden uzak yapılarla doldurulmamış olurdu. Dolmabahçe bir ay gibi parlardı Üsküdar’dan. Kadıköy’e geçerken Haydarpaşa gözümü alırdı. Sevdiklerimin uzak yollardan gelişini gözlerdim orada. Sait Faik’in öykülerinde betimlediği, sevgili Mina’cığımın (Urgan) kitaplarında hasretle andığı o güzelim İstanbul’u kanlı canlı görmüş olurdum. Gülhane Parkı’nda dondurma yiyerek denizi seyrederdim. Belki de ilk aşkımla orada buluşur, orada öpüşürdük. Kim bilir. Bu güzelim şehrin bu denli çirkin bir yapılaşmaya kurban gitmesi hayatta en çok üzüldüğüm şeylerden biridir. Ama ne demiş yazar, “İstanbul’a ne yaparlarsa yapsınlar, o muhteşem güzelliği bir türlü bozamadılar”.
Seni seviyorum İstanbul.
Post a comment